KÜLLİYELER
Genellikle bir
çok tarihçi ve yazar Türkleri her zaman
göçebe bir ulus olarak nitelemişlerdir. Birçoğu bu olguyu bilerek ve aşağılamak
kastıyla ileri sürmüştür. Onlara göre göçebe bir ulus uygarlıktan nasibini
alamamış, barbar bir topluluktu. Avrupalıların bu gün de ileri sürdüğü bu görüş bizim bazı tarihçilerimiz tarafından
da kabul görmüştür. Hatta toplumumuzun bazı kesimleri ‘’ne de olsa bizler
göçebe bir ulusuz’’ diyerek kendilerini küçük görme gibi bir yanılgıya
düşmüşlerdir. Elbette bu inanışların bir kısmı cehaletten kaynaklansa da geneli
bilinçlidir. Bu kısa yazımızda tüm bu soruların yanıtını verecek değiliz. Ama
Türklerin uygarlık tarihinde ortaya koydukları bir oluşumdan bahsederek bir
nebze olsun bu savları çürütmüş olacağız.
Evet bizler
göçebe bir milletiz. Ama aynı zamanda tarih sahnesinde en eski kentleri kuran
uluslardan da biriyiz. Orta Asya da birçok kent kurmuşuz. Bu kentlerde
yaratılan mimarlık gerçekten ileri boyutlarda. Örneğin Karaz kentinde sulama
kanalları yüzlerce kilometreye ulaşan devasa yapıları ile Orta Asya boyunca
yeraltına döşenmiş. Yine bu coğrafyada bir çok kent surlarla ve değişik
işlevlere sahip mimari yapılar ile donatılmış. Yeni mimari kavramlar burada
gerçeklenmiş. İşte bu mimari yapılardan bir tanesi de Külliye olarak
adlandırdığımız oluşumlardır.
Külliye farklı
fonksiyonlara, işlevlere sahip yapıların bir arada toplandığı, toplumun dini,
kültürel, sosyal ve ticari hayatına etki eden önemli bir kuruluştur. Bir
külliyede başta cami olmak üzere medrese, darüşşifa, imaret, tabhane
(misafirhane), han, hamam, sıbyan mektebi, sebil, çeşme, muvakkithane (saat
tamirinin ve imalatının yapıldığı yer), köprü gibi yapılar bulunur. Dikkat
edileceği üzere bu yapıların hepsi toplum gereksinimleri için en temel
olanlarıdır.Toplumun gereksinimlerine cevap vermek üzere tasarlanmışlardır.
Külliyelerin bir çoğu merkezine camiyi oturtmuş, etrafına medrese, imaret,
darüşşifa, han, ve hamamı alarak gerçeklenmiştir. Külliyelerin mimarisine bakıldığında
bu yapı topluluklarının sıradan gelişigüzel yapılmayıp belli bir plan çerçevesinde gerçekleştirildikleri
görülür. Anadolu’da Türk devlet geleneğinin sosyal devlet anlayışına uygun
olarak kurumlaşan külliyeler sosyal yaşamın temel bir parçası olmuşlardır.
Tarih
sahnesine külliyeler 10. yüzyılda Türkler tarafından sokulmuştur. İran
çevresinde en erken örneklerini gördüğümüz külliyeler Karahanlılar, Gazneliler,
Selçuklular tarafından şehirlerin vazgeçilmez parçaları olarak
kullanılmışlardır. Aslında bir İslam geleneği olarak düşünülen bu oluşumun
İslam öncesi Türk mimarisinde temelleri vardır. Türk şehirlerinde sosyal
yapılar bir düzen içinde ve belli kurallara bağlı kalınarak planlanmıştır.
Türklerin islamiyeti kabulleri ile bu plan daha da ileri götürülerek Mimar
Sinan ve Osmanlı İmparatorluğu ile doruğa ulaşmıştır.
Külliyelerin
erken dönem Osmanlı mimarisinde ilk örneklerini Bursa’da görüyoruz. Orhan
Bey’in 1339 yılında inşa ettirdiği ilk Osmanlı külliyesi Osmanlı Mimarisi için
önemli bir yer tutmuş; gelenek ile yeni oluşumlar sentezlenerek Mimar Sinan’a
kadar ulaşacak çizgiyi başlatmıştır. Orhan Külliyesi merkezinde zaviyeli bir
cami, medrese, aşhane, han ve hamamdan oluşur. Ne varki bu külliyeden geriye
sadece cami ve Emir Hanı ile hamam kalmıştır.
İkinci olarak şehrin batısında planlanan Hüdavendigar külliyesi yapılmıştır. Bu
külliyede merkezde cami ikinci katında medrese, türbe, gusülhane, imaret olarak
planlanmıştır. Şehre hakim bir tepe üzerine kurulu bu külliye o zaman için bir
cazibe merkezi olmuştur. Diğer üçüncü külliye ise bu sefer doğuya inşa edilen
Yıldırım Külliyesidir. Bu külliyede yine hakim bir tepe üzerine kurulmuştur.
Dikkat
edilirse bu külliyelerin hepsi belli bir plan çerçevesinde ve şehrin gelişme
yönleri göz önüne alınarak yapılmışlardır.
Bu olguda şehir planlamacılığı da dikkat çekici bir özelliktir.
Külliyelerin planlanışında gelişigüzelliğe asla yer yoktur. Her detay
gözetilmiştir. Külliyeler ile ticaret ilişkisi gözetilmiş ve parasal kaynaklar
sağlanmıştır. Her külliyenin bir vakfiyesi bulunmaktadır.
Erken dönem
Osmanlı mimarlığında daha bir çok kente külliyeler yapılmıştır. İmparatorluk
döneminde ise Külliye Mimarlığı Sinan ile birlikte doruğa tırmanmış en seçkin
örnekler sunulmuştur. Her biri birbirinden önemli bu külliyeler imparatorluğun
başkenti İstanbul’da birer inci tanesi gibi boğazı süslemektedir.
Bir devlet
için toplum gereksinimlerini göz önünde tutmak ana hedeftir. Bugün bile büyük
tartışmalara neden olan bu olgu; o devirler için ileri bir uygulama ve şehirlerin
gelişmesine, planlamasına katkı sağlamak için atılmış önemli bir adımdı. Bir
Osmanlı şehrine girildiğinde şehrin sülüetine egemen olan bu yapılar bugün
gökdelenlerin ve apartmanların altında ezilmektedirler. Uygarlık tarihi için
önemli bir adım olan külliyeler bugün sahte bazı oluşumlar ile
gölgelenmektedir. Türklerin bir armağanı olarak tarih sahnesinde yer alan bu
oluşumlar halkımızdan gerekli ilgiyi ne yazık ki göremiyorlar. Saygılarımla.