15 Aralık 2012 Cumartesi


                                     KÜLLİYELER

Genellikle bir çok tarihçi ve yazar Türkleri  her zaman göçebe bir ulus olarak nitelemişlerdir. Birçoğu bu olguyu bilerek ve aşağılamak kastıyla ileri sürmüştür. Onlara göre göçebe bir ulus uygarlıktan nasibini alamamış, barbar bir topluluktu. Avrupalıların bu gün de ileri sürdüğü  bu görüş bizim bazı tarihçilerimiz tarafından da kabul görmüştür. Hatta toplumumuzun bazı kesimleri ‘’ne de olsa bizler göçebe bir ulusuz’’ diyerek kendilerini küçük görme gibi bir yanılgıya düşmüşlerdir. Elbette bu inanışların bir kısmı cehaletten kaynaklansa da geneli bilinçlidir. Bu kısa yazımızda tüm bu soruların yanıtını verecek değiliz. Ama Türklerin uygarlık tarihinde ortaya koydukları bir oluşumdan bahsederek bir nebze olsun bu savları çürütmüş olacağız.
Evet bizler göçebe bir milletiz. Ama aynı zamanda tarih sahnesinde en eski kentleri kuran uluslardan da biriyiz. Orta Asya da birçok kent kurmuşuz. Bu kentlerde yaratılan mimarlık gerçekten ileri boyutlarda. Örneğin Karaz kentinde sulama kanalları yüzlerce kilometreye ulaşan devasa yapıları ile Orta Asya boyunca yeraltına döşenmiş. Yine bu coğrafyada bir çok kent surlarla ve değişik işlevlere sahip mimari yapılar ile donatılmış. Yeni mimari kavramlar burada gerçeklenmiş. İşte bu mimari yapılardan bir tanesi de Külliye olarak adlandırdığımız oluşumlardır.
Külliye farklı fonksiyonlara, işlevlere sahip yapıların bir arada toplandığı, toplumun dini, kültürel, sosyal ve ticari hayatına etki eden önemli bir kuruluştur. Bir külliyede başta cami olmak üzere medrese, darüşşifa, imaret, tabhane (misafirhane), han, hamam, sıbyan mektebi, sebil, çeşme, muvakkithane (saat tamirinin ve imalatının yapıldığı yer), köprü gibi yapılar bulunur. Dikkat edileceği üzere bu yapıların hepsi toplum gereksinimleri için en temel olanlarıdır.Toplumun gereksinimlerine cevap vermek üzere tasarlanmışlardır. Külliyelerin bir çoğu merkezine camiyi oturtmuş, etrafına medrese, imaret, darüşşifa, han, ve hamamı alarak gerçeklenmiştir. Külliyelerin mimarisine bakıldığında bu yapı topluluklarının sıradan gelişigüzel yapılmayıp belli  bir plan çerçevesinde gerçekleştirildikleri görülür. Anadolu’da Türk devlet geleneğinin sosyal devlet anlayışına uygun olarak kurumlaşan külliyeler sosyal yaşamın temel bir parçası olmuşlardır.
Tarih sahnesine külliyeler 10. yüzyılda Türkler tarafından sokulmuştur. İran çevresinde en erken örneklerini gördüğümüz külliyeler Karahanlılar, Gazneliler, Selçuklular tarafından şehirlerin vazgeçilmez parçaları olarak kullanılmışlardır. Aslında bir İslam geleneği olarak düşünülen bu oluşumun İslam öncesi Türk mimarisinde temelleri vardır. Türk şehirlerinde sosyal yapılar bir düzen içinde ve belli kurallara bağlı kalınarak planlanmıştır. Türklerin islamiyeti kabulleri ile bu plan daha da ileri götürülerek Mimar Sinan ve Osmanlı İmparatorluğu ile doruğa ulaşmıştır.
Külliyelerin erken dönem Osmanlı mimarisinde ilk örneklerini Bursa’da görüyoruz. Orhan Bey’in 1339 yılında inşa ettirdiği ilk Osmanlı külliyesi Osmanlı Mimarisi için önemli bir yer tutmuş; gelenek ile yeni oluşumlar sentezlenerek Mimar Sinan’a kadar ulaşacak çizgiyi başlatmıştır. Orhan Külliyesi merkezinde zaviyeli bir cami, medrese, aşhane, han ve hamamdan oluşur. Ne varki bu külliyeden geriye sadece cami ve Emir Hanı  ile hamam kalmıştır. İkinci olarak şehrin batısında planlanan Hüdavendigar külliyesi yapılmıştır. Bu külliyede merkezde cami ikinci katında medrese, türbe, gusülhane, imaret olarak planlanmıştır. Şehre hakim bir tepe üzerine kurulu bu külliye o zaman için bir cazibe merkezi olmuştur. Diğer üçüncü külliye ise bu sefer doğuya inşa edilen Yıldırım Külliyesidir. Bu külliyede yine hakim bir tepe üzerine kurulmuştur.
Dikkat edilirse bu külliyelerin hepsi belli bir plan çerçevesinde ve şehrin gelişme yönleri göz önüne alınarak yapılmışlardır.  Bu olguda şehir planlamacılığı da dikkat çekici bir özelliktir. Külliyelerin planlanışında gelişigüzelliğe asla yer yoktur. Her detay gözetilmiştir. Külliyeler ile ticaret ilişkisi gözetilmiş ve parasal kaynaklar sağlanmıştır. Her külliyenin bir vakfiyesi bulunmaktadır.
Erken dönem Osmanlı mimarlığında daha bir çok kente külliyeler yapılmıştır. İmparatorluk döneminde ise Külliye Mimarlığı Sinan ile birlikte doruğa tırmanmış en seçkin örnekler sunulmuştur. Her biri birbirinden önemli bu külliyeler imparatorluğun başkenti İstanbul’da birer inci tanesi gibi boğazı süslemektedir.



Bir devlet için toplum gereksinimlerini göz önünde tutmak ana hedeftir. Bugün bile büyük tartışmalara neden olan bu olgu; o devirler için ileri bir uygulama ve şehirlerin gelişmesine, planlamasına katkı sağlamak için atılmış önemli bir adımdı. Bir Osmanlı şehrine girildiğinde şehrin sülüetine egemen olan bu yapılar bugün gökdelenlerin ve apartmanların altında ezilmektedirler. Uygarlık tarihi için önemli bir adım olan külliyeler bugün sahte bazı oluşumlar ile gölgelenmektedir. Türklerin bir armağanı olarak tarih sahnesinde yer alan bu oluşumlar halkımızdan gerekli ilgiyi ne yazık ki göremiyorlar. Saygılarımla.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder